31 Aralık 2012 Pazartesi

LONDRA'DAN BİR IN STORE ÖRNEĞİ

     Beni in-store mecrasının kullanılması konusunda son zamanlarda en çok heyecanlandıran ve inspiration veren uygulama oldu aşağıdaki fikir. Fikrin video content haline getirilip case olarak sunuluş şekli de oldukça başarılı.


30 Aralık 2012 Pazar

GHOST SOUNDS

     

     2-3 yıl önce ortaya çıkan bir yöntem olabilir 3D sound ama ben daha bu hafta keşfettim, tek kelimeyle inanılmaz bir şey olduğunu anlayınca paylaşmadan edemedim. Ciddi ciddi kafanızın etrafında bir şeylerin döndüğünü hissediyorsunuz, aşağıdaki videoyu kulaklıkla denemeniz önerisiyle...


"BENZETME"NİN GÜCÜ ADINA

Bu fiber internet dedikleri nedir acaba?

Önce TTNET sonra Turkcell aşağıdaki fiber internet reklamlarını yayınladı, defalarca izledim, ama tam olarak ne işe yaradıklarını çözemedim.

Sorun bende miydi yoksa?

Çevremdekilere sordum, onlardan da net olmayan, ilginç ilginç cevaplar geldi, bu cevapları buraya yazsam Beyaz Show'daki halk röportajlarına taş çıkarır yazım bu arada.

Gel zaman git zaman aşağıdaki Google Fiber reklamını izledikten sonra Fiber internetin ne olduğunu, ne işe yaradığını fiber hızında anladım. Reklamda müthiş bir teşbih-i beliğ kullanımı örneği Google'dan: trafik! Reklamda kullanılan benzetmelerin hayatın içinden olmasının kesinlikle en iyi örneklerinden biri Google Fiber İnternet reklamı. Darısı TTNET ve Turkcell'in başına diyelim...

   





     

10 Kasım 2012 Cumartesi

RONALDO VURDU GOL OLDU, GOLUN İSMİ NÖROMARKETING

     Yıllar boyunca hepimize(sadece Türkiye'de değil tüm dünyada) insanların kararlarını duygularıyla değil mantıklarıyla verdikleri öğretildi. Ancak 2000 yılların başından beri nöroloji ve pazarlamanın birleşmesiyle ortaya çıkan nöromarketing bunun tam tersini gösterdi: İnsanoğlu verdiği kararların yüzde %70'ini bilinçaltında vermekte. Bu kararlarımız içinde gün içerisinde aldığımız her türlü karar mevcut. Buna gol atmak da dahil.

     Real Madridli Ronaldo'nun aşağıdaki videosu özünde futbol kokan bir video olsa da nöromarketing'i ısrarla kabullenmeyip bilinçaltına değil bilinçe yönelik pazarlama ve iletişim stratejileriyle markalarınıı yönetmeye çalışan tüm yönetici ve reklam ajanslarının bu dirençlerini kırabilecek türden:



     

4 Kasım 2012 Pazar

RENAULT VS HYUNDAI

     Yeni Renault Clio reklamının izlediğim ilk andan beri içime sinmeme nedenini cumartesi gecesi 4 itibariyle bulmuş bulunuyorum. Bu noktayı bulmam da biraz önce izlediğim Hyundai Santa Fe reklamının büyük katkısı oldu.

     İlklerin unutulmaz olduğu çok güçlü bir insight tabi ki. Fakat bu tarz genel geçer bir olabilecek bir insight'i kendi dünyanıza/kendi markanıza atfettiğinizde ortaya Renault reklamı gibi bence komik bir reklam çıkabiliyor.  Diğer taraftan ise gerçeği öylece kabul edip bu gerçeğin ürüne nasıl dahil edilebileceğin güzel bir örneği Hyundai Santa Fe.





17 Ekim 2012 Çarşamba

HUNGER MANAGEMENT

     Tüm günün yorgunluğuyla ve büyük bir açlıkla akşam yemeğini beklerken tv'de aşağıdaki hunger management reklamını görünce aklıma ilk anda Freud sonrasında psikanaliz ve iletişimin birleşirse ortaya ne denli güçlü bir yapı çıkacağı geldi:


     
     Reklam filminin konusu oldukça net aslında. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor her zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. Çamaşır sepetini toplamış götürürken içinden yere düşen bir bluz oluyor. Go’Morgen yoğurt da bir diyet ürünü olarak almış bu iç görüyü, açken kalınan o güçsüzlük duygusuyla birleştirmiş ve Hunger Management mesajıyla bize sunmuş ve ortaya bence çok başarılı bir iş çıkmış.

16 Eylül 2012 Pazar

AZİZ YILDIRIM - IVY LEE - ROCKEFELLER

     

   Perşembe günü NTVSPOR'da Aziz Yıldırım'ın katılımıyla yayınlanan ve son zamanların en uzun canlı yayınlarından biri olma özelliğini taşıyan programda Rıdvan Dilmen, Fuat Akdağ ve Güntekin Onay üçlüsünden Fenerbahçe Spor Kulubü Başkanı Aziz Yıldırım'a çeşitli sorular yöneltildi.

     Programı bir Fenerbahçe taraftarı gözüyle izlemenin yanı sıra bir iletişimci gözüyle de izlediğimde dikkatimi çeken en önemli soru Güntekin Onay'dan geldi: "Başkanım sizinle her karşılaştığımızda ya da canlı yanına geldiğinizde futbolun olumlu taraflarını, futbolun gelişmesini ön plana çıkarmanıza rağmen halkın Aziz Yıldırım algısı niçin bunun tam tersini söylüyor?" 

     Programın bu noktasında meslekî bir düşünce olarak Ivy Lee'nin Rockefeller'in Amerikan kamuoyu üzerindeki olumsuz algısını değiştirmek için nasıl bir halkla ilişkiler faaliyeti içerisine girdiğini hatırladım. Bilmeyenler için kısaca hatırlatmak gerekirse Ivy Lee, 1906 yılında yayınladığı İlkeler Deklerasyonu'yla halkla ilişkilerinin dünyadaki öncülerinden biri olarak kabul edilir. Rockefeller ise 1900'lerin başında Amerikan'nın en zenginlerinden biri olmakla birlikte çalışanlarına hiçbir sosyal hak vermemesi, onları bir nevi köle gibi kullanmasıyla da Amerika'nın en nefret edilen simalarından biriydi. Nefret ve sevilmeme noktasında Rockefeller'in Amerikan kamuoyu üzerindeki olumsuz algısıyla Aziz Yıldırım'ın Türk kamuoyu üzerindeki olumsuz algısının pek çok benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz.

     Ancak Rockefeller 1916 yılıyla birlikte kişisel algısını olumsuzdan olumluya ya da nötr hâle çevirmek için dönemin en önemli pr danışmanlarından Ivy Lee'le çalışmaya başlıyor. Ivy Lee, Rockefeller'i mümkün olduğunca halka yakınlaştırmaya çalışıp çalışanlarıyla birlikte vakit geçirmesini, yardım derneklerine bağışta bulunmasını ve yaptığı bu tarz faaliyetlerin basında yer almasını sağlayarak bir tür kişisel pr faaliyetinde bulunuyor. Neticede 1905-1916 yıllarında ABD'de oluşan Rockefeller algısıyla 1916-1920 arasındaki Rockefeller algısı arasında büyük bir fark oluştuğu rahatlıkla görülebilinir.



      Yukarıdaki gibi bir örnek tarihteki yerini almışken benzer bir pr çalışması içerisinde Aziz Yıldırım niye olmaz, bu pr faaliyetiyle olumsuz Aziz Yıldırım algısını niye değiştirmeye çalışmaz yıllardan beri bir Fenerbahçe taraftarı olarak bu durumu anlayabilmiş değilim.

9 Eylül 2012 Pazar

DEĞERİ KÜÇÜLTMEK: MEVLANA

     Çarşamba akşamı metroya girdim, yürüyen merdivenlere yaklaştım ve bu yazıyı gördüm:  "Mevlana terapistiniz olsun..."


     Gülsem mi ağlasam mı bilemedim açıkçası. Bırakın işin iletişim açısından doğruluğunu (iletişim açısından kullanılan başlık rezalet zaten) Türk kültürünün en büyük değerlerinden birinin bu denli sıradanlaştırılması karşısında büyük bir şaşkınlık geçirdim. Fikirleriyle sadece Türk kültürünü değil tüm dünyayı etkisi altına alan Mevlana, bu fikirlerini terapist olmak için mi söyledi yani? Mesnevî, Divân-ı Kebîr, Fihi Ma- Fih, Mecalis-i Seb'a, Mektubât eserlerini gün gelsin bir yayın evi beni terapist olarak lanse etsin diye mi yazdı? Hattâ UNESCO'un 2007 yılını  Mevlana yılı ilan etmesinin de nedeni Mevlana'nın gelmiş geçmiş en iyi terapist olması mıydı yani???

      İlgi çekip daha çok kitap satmanın dolayısıyla daha çok para kazanmanın tek amaç olduğu böyle bir afişe izin veren İBB'nin de denetim mekanizmasını ciddi şekilde sorguladım kendimce. Acaba her defasında sözlerini Mevlana'dan alıntılarıyla süsleyen İBB Başkanı Kadir Topbaş'ın bu afişten haberi oldu mu, bunu da ayrı merak ediyorum.

      

2 Eylül 2012 Pazar

ABSOLUT VODKA

     İçki sektörünün en önemli oyuncularından olan Absolut Vodka'yı Twitter'da 2 haftadan beri takip etmeye başladım. Ancak Absolut Vodka'yla ilgili bu yazıyı yazmamın nedeni Twitter'i mükemmel kullanmaları değil. Twitter'da Absolut Vodka'yi follow ettikten birkaç dakika sonra Absolut Vodka'dan direct message aldım. Mesajın içeriği beni bir hayli şaşırdı, zira Twitter'da böyle bir uygulama olduğundan daha önce haberdar değildim:





     Konuyu biraz araştırınca Twitter'dan alkol üretimi yapan markalar için yaş doğrulama sistemi geliştirildiğini öğrendim. Twitter, bu sistemi geliştirmek sosyal medya yönetimi şirketi Buddy Medya ile birlikte çalışmaktaymış. Bu yeni servisle kullanıcılar alkol üretimi yapan markaların Twitter hesaplarını takip etmek için düğmeye bastıklarında bana gelen yukarıdaki mesaj gibi bir mesajla karşılaşıyorlar. Bir forma yönlendiren mesajda kullanıcının doğum tarihini belirtmesi gerekiyor.

     Chin chin...

    

25 Ağustos 2012 Cumartesi

BRONZLAŞMANIN BENDEKİ ETKİLERİ

     Nihayet ben de geçen hafta tatile gidebildim, deniz, kum, güneş her zamanki gibi süper geldi, enerji doldurdu beni. Ne var ki yıllardan beri nedenini anlayamadığım ve yapmadığım güneşlenme olayını bu yıl ben de baskılara dayanmayıp gerçekleştirdim. Ben güneş ışınları cildime zarar verecek diye hayıflanırken klâsik Türk insanımızın güneş altında bronzlaşma çabaları takdire şayandı. Bu çabaları görünce aşağıdaki ödüllü kartpostalı paylaşmadan edemedim:





     Gençleri güneşte kalmanın zararlarına karşı uyaran yukarıdaki kartpostal, plajlarda ve gençlerin gittiği yerlerde dağıtılmış ve iletişim yönünde çok başarılı olmuş. 

     Kartpostalda reklamcının aşmak durumunda olduğu zorluk, bugün bronz bir tene sahip olmak isteyen gençlerin ileride kendilerini bekleyen "deri kanseri, kırışıklıklar, renk bozulması" gibi  tehlikelere karşı duyarsızlığı. Mesajın alışılmış yoldan iletilmesi hâlinde mesajın vaaz verme gibi görülmesi ve can sıkıcı bulunup dolayısıyla da okunmama olasılığı var. Ancak sağ tarafta yer alan kartpostal, hedef kitlenin onu göz ardı etmesine imkân vermeyecek şekilde. Kartpostalın sorduğu soru ( aslında banal bir soru: teninizin 10 yıl sonraki hâlini görmek ister misiniz?) tek başına başlık olarak yer almış olsaydı ya çok az bir etki sağlamış olurdu ya da hiç sağlayamazdı.Oysa kartpostal okuru reddetmesi güç bir fiziksel bir eylem gerçekleştirmeye davet ediyor: Deliklere iki parmağını sokması isteniyor ve ortaya kırışmış bacak görüntüleri çıkıyor.

     Bu noktada okur mesajın yaratılmasında merkezi bir görev üstleniyor. Mesaj, ilginç bir değişimle başka birinden değil okurun kendisinden gelmiş oluyor. İmgenin yaratılmasında okur, etkin bir katılımcıya dönüştürüldüğünde okurun mesajı dikkate almama olasılığı çok azalıyor.

     Bir reklam denizinde yaşadığımız şu günlerde hedef kitleler genellikle reklamlardaki mesajların çoğunu gerçek ve güvenilir bulmayıp bunları bir pazarlama numarası olarak algılıyor. Hedef kitlenin reklam mesajını gerçekten dikkate almasını sağlayabilmenin yollarından biri yukarıdaki kartpostalda olduğu gibi okuru hareket geçirmek ve onu reklamın mesajının yaratılmasında önemli bir ortak hâline getirmek.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ VE DİĞERLERİ

     Yeni bir ÖSS tercih maratonunda daha beraberiz. Her yıl olduğu gibi vakıf üniversitelerinin çok büyük bir kısmının öğrenci kapma yarışında olduğu şu günlerde Bahçeşehir Üniversitesi kendi algısını inanılmaz kuvvetlendirecek bir sponsorluğa imza attı. Yanlış hatırlamıyorsa ilk kez bir üniversite bu denli büyük bir sponsorluk gerçekleştirdi

     Bahçeşehir Üniversitesi'nin Beşiktaş Kadın Voleybol takımıyla gerçekleştirdiği bu sponsorluk, hem üniversitenin diğer   üniversitelerden çok net bir şekilde ayrışmasını sağladı hem de üniversitenin ve Enver Yücel'in vizyonunun genişliğini bir kez daha ortaya koydu. Ayrıca üniversitenin bulunduğu bölge olan Beşiktaş ile Bahçeşehir Üniversitesi arasındaki algının güçlendiğini, Beşiktaş deyince akla Çarşı'dan sonra Bahçeşehir Üniversitesi'nin gelebileceğini söylemek de hiç zor değil artık.

     Bahçeşehir Üniversitesi ve Enver Yücel bunları yaparken diğer vakıf üniversiteleri her yıl yaptıkları ilginç(!) tanıtım çalışmalarına devam etmekteler. Öğrenci velisi olsam özellikle Kadir Has ve Işık Üniversiteleri'nin tanıtımları için yaptıkları çalışmalarından sonra çocuğumu en azından bu üniversitelerin İletişim Fakülteleri'ne bedava bile olsa kayıt ettirmem. 

     Eğitimi genişletme vizyonları, eğitime iş bulma dışında başka anlamlar da yükleme vizyonları sıfıra yakın ne yazık ki pek çok vakıf üniversitesinin. Ancak bu noktada Bahçeşehir, Koç ve Sabancı üniversitelerini ayrı bir yere koymak gerektiğinin altını kalınca çizmek istiyorum.





13 Temmuz 2012 Cuma

BARCELONA - REAL MADRID

 


Özellikle Jose Mourinho'un Real Madrid'in başına gelmesinden sonra iyice kızışan Barceola - Real Madrid derbisi bu kez Facebook üzerinden heyecan fırtınaları kopardı.
Peki nasıl?
Barcelona - Real Madrid derbisinde kaybeden takımın taraftarı 1 günlüğüne Facebook sayfasını rakibine verdi
Darısı Fenerbahçe - Galatasaray derbisine...

12 Temmuz 2012 Perşembe

REKLAMCIDAN HAYAT DERSLERİ


     
     Tedtalks’ta  bir reklamcıdan, ürünün gerçek değerinin yanı sıra, pazarlama ileştişimi ve reklamla eklenen değerinin, insan algısını nasıl değiştirdiğine dair mükemmel bir konuşma.

     Özellikle, Shreddies mısır gevreğinden bahsettiği kısım, tüketici davranışlarına ayna tutuyor.

     Andy Warhol’un “Coca-Cola ile ilgili en çok sevdiğim şey ABD başkanının sokağın köşesindeki serseriden daha iyi bir kola alamamasıdır.” sözü ise Coca Cola’ya bakış açısını açıkça ortaya koyabilecek şekilde.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

İLETİŞİMİN SÜREKLİLİĞİ VE KRİZ DÖNEMLERİ

     

     Reklamcılar Derneği Genel Müdürü Ayşegül Molu'nun Boydak Grubu'nun çıkardığı dergiye verdiği röportajı daha yeni okuyabildim. Ayşegül Molu vermiş olduğu bu röportajda özellikle iletişimin sürekliliği adına çok önemli bir değerlendirme yapmış, ben de bu değerli bilgilerin kısa bir özetini paylaşmak istedim:

     "Tüketiciyle iletişimin sürekliliği esastır. Sözgelimi, orta hâlli bir aileden ev hanımı markete gittiğinde ilgi duyduğu her kategoriyle ilgili onlarca markayla yüz yüzedir. Reklam verenlerin ve iletişim dünyası olarak bizim bütün hedefimiz de, onun zihnindeki ilk üçlük tercih menüsü içindeki yerimizi veya alma sıklığımızı artırmaktır. Bütün oyun, bu üç marka üzerine kuruludur, bütün pazarlama kurgusu da buna doğru akar.

     Türk ekonomisindeki çalkantılar nedeniyle, 2005 yılı sonrasında reklam etkisine ilişkin pozitif anlamda çok önemli bir kanaat uyandı. Tüketiciyle iletişin kesintiye uğramaması gerektiği yönünde düşünce değişiklikleri oluştu. Çünkü krizler öyle bir ilginç ortamlar ki bütün rekabet algısını değiştirebiliyorlar. Kriz içerisinde iletişim yatırımına ara veren markaların kriz sonrasında bunu telafi için, o verdikleri aranın çok üzerinde bir çaba göstermesi gerekiyor. Ya da tersi, hiçbir biçimde o üçlü kotanın içerisinde olmayan bir marka, kriz ortamında aktif hâle gelerek potaya giriyor ve kriz sonrasında da bunun faydalarından yararlanmayı sürdürüyor."

     İşte iletişimde olması gereken süreklilik, işte kriz dönemlerinde iletişime bakış açısı...

24 Mayıs 2012 Perşembe

İKİ BÜYÜK LİDERİN BULUŞMASI: SİNPAŞ GYO - JOSE MOURINHO

     

     Sinpaş GYO tarafından 2009 yılında birincisi yapılan Sürdürülebilir Başarı İçin Liderlik Konferansı'nın ikincisi bugün yapıldı. Jose Mourinho'lu Sinpaş GYO reklamları ne kadar iyi olmuşsa ve bu reklamlarda ne kadar büyük emek varsa, PR adına da bu organizasyon o kadar iyi ve büyük bir emeğin ürünü olmuş. Ufak tefek eksiklikler dışında her şeyin düşünüldüğü, eksik olan bir şeyi bulmanın neredeyse imkânsız olduğu bu müthiş konferans hem Sinpaş hem de İstanbul'un (dolayısıyla Türkiye'nin) imajına inanılmaz bir prestij kazandırdı. Nasıl kazandırmazsın  ki konferans açık ara dünyanın en iyi teknik direktörü Jose Mourinho üzerine kurulmuştu.

     Hem PR hem de reklamda celebrity kullanmak kurumlara pek çok avantaj sağladığı gibi doğru yönetilmediği takdirde bir kurumun imajını da yerle bir edebilir. Sinpaş GYO ise doğru celebrity ve o celebrity'i doğru kullanarak büyük bir başarıya imza attı. Peki nasıl?

     Jose Mourinho bir konut markası için doğru celebrity; çünküsü konferansta söylediği şu sözlerde saklı:  "Benim hayatım futbol, futbol hayatımın çok büyük bir bölümünü alıyor, diğer zamanlarda ise evimde eşim ve çocuklarımla vakit geçiriyorum." Sinpaş GYO'un ana felsefesine de baktığımızda da karşımıza şu sözler çıkıyor: Mutlu evler herkese. Jose için de "futbol ve mutlu ev", gerisi boş onun için.

     Celebrity doğru kullandı; çünkü Jose Mourinho öyle bir kişi ki yaptıklarıyla, tek bir hareketiyle Sinpaş GYO markasının önüne çok rahat geçip bu konferansı Sinpaş GYO konferansı değil  Jose Mourinho konferansı hâline getirebilirdi. Bu noktada Sinpaş GYO'un bu durumun mümkün olduğu kadar önüne geçtiğini tüm konferans boyunca hissettim, konferans sonrasında bende Sinpaş GYO ve Jose Mourinho eşit derecede algı, imaj uyandırdı. Bu eşitlik dünyada en çok celebrity kullanılan Türkiye'nin diğer büyük markalarına da örnek olmalı.

     Bu kadar övdüğüm konferansın bence en zayıf yönü ise konferansın sunucu Acun Ilıcalı'nın Jose Mourinho'ya sorduğu sorulardı, açıkçası Acun Ilıcalı'nın sorduğu bu sorularla Jose Mourinho hakkında daha önce bilmediğim yeni bir şey öğrenmedim, Jose'yi takip eden herkes bunları, bu fikirleri zaten Jose söylemese de bilebilir. Bence işin güzel yanı ise konferanstaki en iyi iki soruyu konferansın sonunda Sinpaş Grup Başkanı Avni Çelik'in sorması oldu, sorular cidden kaliteli ve Jose'yi konuşturmaya yönelik sorulardı.

     Son olarak bu başarılı konferans ve reklam kampanyasını yürüten tüm Sinpaş GYO çalışanlarını, özellikle sevgili arkadaşlarım Songül ve Özden'i ayrı kutlamak isterim, o kadar yorulmanıza değmiş kızlar:)

28 Nisan 2012 Cumartesi

EN İYİ 3'LÜ

     Basit düşün.
     Popüler olacak bir hashtag yarat.
     Sonra ver ilanı, ver banner'ı.

     Bu hafta Twitter'da görmüş olduğunuz "eniyi3lu" hashtag'iyle aslında Volvo'ya hizmet ettik. Herkes yaratıcılığının sınırlarını zorladı en iyi 3lüyü bulmak için. Ve hashtag'in ertesi gününde Hürriyet ana sayfadan şunu gördük:
 

     Bu da sitesi: http://www.eniyi3lu.com/
 
     Ne diyelim süper iş...

15 Nisan 2012 Pazar

İLETİŞİM NEREDE?

     Beko Basketbol Ligi'nde birbirinden heyecanlı maçları izlerken Netsis'in hazırladığı spot reklam her molada ya da devre arasında yayınlanıyor. Netsis'in kendi bünyesindeki takım oyunu mantığını, basketbol gibi takım oyununun, yardımlaşmanın en üst düzeyde olduğu bir spora yakınlaştırması gayet başarılı.

     Ancak reklamda anlatılan Netsis'in takım oyununun parçalarında çok büyük bir eksiklik var: İletişim departmanı. Üretim, pazarlama, finans, planlama, satış departmanlarının hepsi var ama kurumsal iletişim ya da halkla ilişkiler departmanı yok. Acaba basketbolda olduğu gibi kurumsal iletişim departmanı Netsis için ilk 5'de yer almıyor mu, eğer ilk 5'de yer almıyorsa Netsis'in bu reklamını şirket içinde hangi departman hazırladı, hangi departman reklam ve halkla ajansını yönlendirdi?

     Bu yazdığım size çok ufak ve gereksiz bir detay gibi gelebilir ama Türkiye'de hâlâ çoğu şirketin bünyesinde kurumsal iletişim departmanının olmadığını ya da bu şirketlerde "tek" kişinin pazarlama departmanı altında kurum içi ve kurum dışı iletişimi yapmaya çalıştığı gerçeğini hatırlamakta fayda var.



SOSYAL MEDYADA SANAT

     Pazarlama iletişimi uzmanlarının 2012 - 2015 öngörülerine göre, sosyal medyada yapılan iletişim stratejilerinde art büyük önem kazanacak. Bu tarz uygulamalarının ilk başarılı örneğini KLM Havayolu Twitter'da gerçekleştirdikten sonra Arjantin Mercedes-Benz'de çok başarılı bir uygulamaya yine Twitter'da imza attı. @smartArg tweetleri kullanılarak oluşturulan animasyonda timeline üzerinde aşağı doğru hareket edildikçe Smart car'ın da hareket ettiği görülmekte.



TAKSİ ÜNİVERSİTESİ

    

     Taksicilerle muhabbet etmeyi ne kadar çok sevdiğimi beni yakından tanıyan herkes bilir. Muhabbeti hoş, gündemi takip eden, biraz da bilgili bir taksiciye denk gelirseniz o taksici sizin için trending topic görevi görebilir ve saatlerce trafiğin ortasında da kalsanız o taksiden inmek istemezsiniz.

     Ancak bir de işin tam tersi var. Kaba, trafikte önüne gelen herkese küfür eden, müziği sonuna kadar açan, yanındaki yolcuya laf atan taksiciler. Özellikle cuma günü bindiğim taksinin şoförü aynen böyle biri olunca aşağıdaki videoyu paylaşmadan edemedim.

    Chevrolet sponsorluğunda Kolombiya’da taksi şoförlerini eğiten bir programı anlatıyor video. Özellikle İstanbul’da da bu tarz bir eğitime büyük ihtiyaç olduğu aşikâr.

27 Mart 2012 Salı

PINTEREST'TEKİ İLK KAMPANYA

    Son dönemde müthiş bir büyüme oranı yakalayan Pinterest'teki ilk büyük kampanyayı gerçekleştiren marka Kotex oldu. Dünya Kadınlar Günü'ne özel hazırlanan bu kampanyada Kotex, Pinterest üzerinden seçtiği 50 kadına kendi ilgi alanlarına yönelik gönderdiği hediye paketleriyle 700.000’e yakın impression elde etti. Kampanyayı daha fazla anlatmadan kampanya case videosunu paylaşıyorum...


18 Mart 2012 Pazar

THY ZORU BAŞARIYOR

     

     Teşbihte hata olmaz derler...

    İşte benim teşbihim: Global bir marka yaratmak için harcanan zamanı, rejim yaparken istenilen kiloya inmek için harcanan zamana benzetiyorum. Nasıl ki ilk haftalarda bünye hızlı bir şekilde kilo verip daha sonra kilo vermeye direndiğinde kişinin kilo vermek için aynı şekilde rejimine devam etmesi gerekirse aynı sıkıntılı süreç global bir marka yaratırken de yaşanabilir. Bu noktada önemli olan nasıl ki kilo vermeme aşamasında kişinin morali bozulsa bile rejimine devam etmesi gerekliyse markanın da global bir marka olma yolunda emin adımlarla yoluna devam etmesi, bu yolda karşısına çıkan sorunları kendi içinde telafi etme yoluna gitmesidir. Son yıllarda global marka olma hedefi yolunda büyük yol kaydeden THY'in 2011 yılında bütçesinde açık vermesini de bu şekilde değerlendirip bu konuyu çok abartmamak gerekir kanımca (yani Türk'ün Türk'ü vurmayıp destek olması durumu). Zira THY, Türkiye algısına inanılmaz olumlu katkılar yapıyor.

     Çarşamba akşamı İngiltere'deki ev arkadaşlarımdan David Suarez'le Facebook üzerinden yaptığımız chat beni bir Türk olarak bir hayli gururlandırdı:

     "David: Hey Yasam mükemmel bir Türk yemeği yedim.
     Yaşam: Kebap mı yine?
     D: Adını tam olarak bilmiyorum, ama sulu etti sanırım. (ben bunun tas kebap olduğunu sonradan anladım.)
     Y: Kore'de sulu Türk yemeği yapan yer var mı? (David Güney Koreli)
     D: Kore'de değil, havada yedim.
     Y: What???
     D: İstanbul'dan Londra'ya Türk Hava Yolları'yla uçtum. Nefis bir menüydü, uçarken yediğim bir yemekten ilk kez bu kadar keyif aldım. Bu yediğim yemeğin tarifini verir misin bana:)" şeklinde uzayıp giden bir konuşma geçti aramızda David'le.

     Bu konuşmanın ertesi gününde New York Times'da THY'in Avrupa ve Ortadoğu'daki diğer havayolları içinde tek bir havaalanından en çok güzargaha direkt uçan havayolu şirketi olduğu haberi de yayınlanınca THY'nin yaptıklarından duyduğum haz bir nebze daha arttı.    

      Yazımın başlığında da dediğim gibi THY zoru başarıyor, umarım bu yoldan çeşitli sıkıntılar nedeniyle asla dönmezler ve bu topraklardan da ciddi bir global marka çıkarmış oluruz.

11 Mart 2012 Pazar

SİNEMA SİNEMA SİNEMA

     1453 Fetih, aşırı milliyetçi temasıyla beğenmediğim ama kullanılan sinema teknikleri bakımından Türk sinema tarihinde bir dönüm noktası olacağını düşündüğüm bir film. Ama meslekî olarak filmde benim dikkatimi en çok çeken film başlamadan önce  dakikalarce süren reklam kuşağı oldu.    

     Reklam dünyası açısından televizyon mecrasında birçok işlevsel ve yapısal değişikliğin yaşandığı 2011 senesinde, bu değişikliklerin diğer mecralara ne derece yansıdığı önemli bir konu. Etki, iletişim, hatırlanma bazında reklam etkinliği açısından birçok avantaj sağlayan sinema mecrası, sadece perde bazında değil tüketicilerle interaktif ve proaktif temas halinde olmasıyla reklam dünyası açısından önemli mecralardan biri konumunda. Son yıllarda artan AVM'lerin sonucunda erişimin büyük kentlerde daha da yaygınlaşması ve sinema mecrasına ait özel uygulamaların daha çok çeşitlenmesi mecranın öneminin gittikçe artacağını gösteriyor. Nielsen'in ortaya koyduğu verilere göre, 2009 - 2010 arasında âdet bazında yüzde 7 büyüyen sinema mecrası, 2010 - 2011 yılları arasında âdet bazında yüzde 41 büyüme gösterdi. Bu rakamlarla da net bir şekilde ortaya konulduğu gibi özellikle popüler olan filmlerden önce özellikle Unilever, Turkcell, Şekerbank reklamlarını görmeye fazlasıyla devam edeceğiz.


19 Şubat 2012 Pazar

LESS IS MORE


    
     Söylemesi ne hoş kelimedir müptezellik, kelimenin sanki fonetik olarak bir karizması var. Anlamı ise çokluğundan dolayı değerini yitiren. Şüphesiz herkesin başına gelmiştir, X veya Y sigorta şirketinin sağlık sigortasını satmak için size telefonda ya da yüz yüze yoğun ısrar uygulamaları ya da bir bankanın çağrı merkezini aradığınızda size emeklilik ya da işsizlik paketi satmak için ellerinden geleni yapmaları. İşte birer müptezellik harikaları...

     Hepinizin bildiği gibi ilişkinin her türlüsünde fazla ısrar felaket getirebilir. Fazla olan yanlıştır ilkesini doğru dürüst anlamamak ve uygulamamak, kaş yaparken göz çıkarmak diye özetlenebilecek durumlarla karşılaşılmasına günümüzde fazlasıyla neden olmaktadır.

     İletişimi meydana getiren öğeler arasındaki uyumun, ki bu öğeleri reklam, pr, sosyal medya, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları vb. olarak sıralamak mümkündür, markanın vermek istediği mesajın algılanma ve yerleşmesindeki önemi aşikârdır. Bir araya geldiklerinde “çarpan” etkisi yaratan bu öğeler fazla kullanıldığında ise “bölen” etkisi yaparak markanın iletişim stratejilerine büyük zarar verebilir. 

     Kendi adıma, her yerde, her an karşıma çıkan, beni satın al, beni seç diye bağıran, ısrarın dozunu ayarlayamayan markalar psikolojik beni kendilerinden bir hayli uzaklaştırıyorlar. Bu sebeple gsm şirketimim ve bankama tavsiyem şudur ki günde 10 mesaj, 5 mail, 2 telesekreter araması yapmaktan vazgeçin, bireysel özgürlük alanlarıma bu denli girmeyin. Bu ısrarın sadece bende değil çok büyük bir kesimde mutlaka ters tepeceğini, kendi markanıza zarar verdiğinizi bilin, bunu bilmiyorsanız en azından müşteri tepkilerinden bunu hissetin artık.

İNDİRİM DE BİR YERE KADAR

       
     Alışveriş merkezine girdiğim anda şok geçirdim. X mağazada yüzde 50 indirim. Mağaza girince daha büyük şok geçirdim. 3 gün önce aldığım gömlek yüzde 50 daha ucuza satılıyordu. Soğuk bir bardak su içmemin vakti gelmişti artık:(  Aşağıda daha ayrıntılı açıklayacağım gibi dünyanın pek çok ülkesinde indirimin ne zaman ve ne oranda yapılacağı belliyken ben içeceğim suyla kalmıştım.

     İndirim konusu yıllardan beri tüm dünyada bir pazarlama aracı olarak kullanılagelmiştir. Tüketim alışkanlığının regülasyonlarla kontrol altına alınmış ülkelerde hem perakende sektörünü korumak hem de tüketiciyi kollamak için indirimin ne zaman yapılacağı hattâ en yüksek hangi oranlarda, hangi ürünlerde uygulanacağı, tüm tarafların çıkar grubu düzeyinde temsil edildikleri sivil toplum tarafından ulusal ve yerel yönetimlerin desteğiyle düzenlenmektedir. Ancak Türkiye’de indirim meselesi abartılı bir şekilde istismar edilmektedir. Yüzde 50 indirim, bir alana ikincisi bedava vb. çeşitli kombinasyonlarla hedef kitle tüketime teşvik edilmektedir. Gerçekten de belki satışlar artmakta ancak yapılan indirimlerin zaman ve oranları belli olmadığından indirim yapılması hedef kitlenin güvenini tamamen sarsmaktadır.

     Perakende sektöründe verimli bir işletme anlayışı oluşturabilmek için en önemli şartlardan biri “Value for Money” duygusunu yaratabilmektedir. Oysa ben birkaç gün sonra gidip aynı ürünü bugün ödenen miktarın yarı fiyatına satın alabiliyorsam ortada ne marka vaadi kalır ne de güven…

30 Ocak 2012 Pazartesi

ODAK NOKTASI

 
    
    Bir şirket, tüketicilerin zihninde bir kelimelik bir yer kapmayı başarabilirse çok büyük başarılar yakalayabilir. Al Ries ve Jack Trout'a göre, bu odak kuralıdır. Tek bir kavrama ya da kelimeye odaklanma sağlanarak tüketicinin zihnine kolayca girilebilir. Pazarlamadaki en faydalı feda hamlesidir bu.Pazarlamanın özü, odağı kısmaktır. Eğer her şeyin peşinden koşarsanız algı bölünmesi yaşanacağı için başarı şansınız da düşecektir.

     ABD'de 10 bin 700 şubesi olan Starbucks'un bira ve şarap satışına da başlamasını odak noktası açısından ele aldığımda bu stratejinin doğru bir strateji olduğunu düşünmüyorum. Zira Starbucks, tüm dünyanın algısında rahat, konforlu bir ortamda kaliteli kahve içme olarak yer bulmuşken bu algıyı sadece daha çok kazanmak için değiştirmeyi doğru bulmuyorum. Starbucks'un tüm dünyada artan kahve rekabeti sebebiyle satışların düştüğü, bazı mağazalarının kapatıldığını bilinen bir gerçek. Ancak CEO Schultz'un gelirleri artırmak için kahve temelli daha farklı yollar denemesini gerektiğinin şirkete uzun vadede daha fazla kazanç sağlayacağı fikrindeyim. Meselâ, ülkelere özel daha farklı kahveler sunmak gibi.

  Starsbucks'un kahve odağından çıkıp içki odağına yönelirken örnek aldığı McDonald's'ın kahvaltı uygulamasının da Starbucks için doğru olduğunu düşünmüyorum. Zira McDonald's'ın insanlarda oluşturduğu temel algı fast food. Dolayısıyla McDonald's'ın kahvaltı uygulaması da bu algının dışına çıkmıyor. Kimse McDonald's'a gidip uzun uzun kahvaltı etmiyor, aynı hamburger yer gibi kahvaltılığını alıp bir anda bunu tüketiyor. 

    Son olarak ülkemizin son zamanlarda bu tarz konularda ne denli muhafazakar bir çizgiye kaydığı düşünülürse Starbucks'larda içki satışının Türkiye'de eksik puan alacağını tahmin etmek de zor değil.

15 Ocak 2012 Pazar

7 MESELESİ

     

     Robert Cialdi İkna'nın Psikolojisi'nde 7 rakamının insan beyni için sihirli bir rakam olduğunu ve insanların en fazla 7'li kombinasyonlarını ezberleyebildiğini, 7'li olan her şeyin insan beyni için rahatlık demek olduğunu ifade eder.

     Digital dünyanın hayatımıza getirdiği "armut piş ağzıma düş" anlayışının geldiği boyut da sihirli 7 rakamıyla ilgili. İnternet dünyası üzerine yapılan araştırmalarda en fazla 7 satırlık yazıların okunabildiği ortaya konuluyor. Ben bu anlamda blog dünyasının da bir nevi evrim geçirmesini bekliyorum. Kendimi ele aldığımda son 3 aydır Twitter'a yazmaktan (@yasamlioglu) blogumla çok fazla ilgilenemez olduğumu görüyorum; yani gidişat belli.

     Genelde blogumdaki yazılarım uzun olur ama artık yeni trendlerle de ortaya konan 7 gerçeğine çok daha dikkat edeceğim. Serdar Kuzuloğlu'nun da dediği gibi bu çağın en güzel sloganı İncisözlüğe ait: "Özet geç piç"

2 Ocak 2012 Pazartesi

BURNUMA Bİ KOKU GELİYOR...

     2012'in ilk yazısı:)           

    "... Lüks bir otelde, süper bir yılbaşı partisindeydik. Etrafta birbirinden güzel kadınlar ve bir o kadar yakışıklı erkekler. Yeni yıla girmeye artık son 5 dakika, herkes dans pistinde toplanmaya başlıyor. Yerimizden kalkıp biz de dans pistine yaklaşıyoruz, piste geldiğim anda çok tanıdık bir koku etrafta. Beni alıyor yıllar öncesine götürüyor. Bir an duruyorum yerimde, afallıyorum. Tüm unuttuklarım, hatırlamak istemediklerim beynime hücum etmeye başlıyor...."

     Peki ne olmuştu bir anda? İletişimin duyusal zeminde algıyı kurgulaması için en güçlü göstergelerden biri olan kokunun gücü bana 2012 yılının ilk dakikalarında hoş geldin, ben de seni bekliyordum diyordu. Beni bu kadar istekle çağıran kokuyu ben de kıramayıp kendisini araştırmaya başladım.

    Özellikle son yıllarda pazarlama iletişimcileri augmented reality kavramı içinde sosyal paydaşlarının algılarını yönetebilmek için kokunun deneyimleme gücünden faydalanmaya başlamış durumdalar.

     Bu durumun en önemli örneklerini ise sinema dünyasında görmek mümkün. Zira 2011 yılında gösterime giren Spy Kids: All the Time in the World (Çılgın Çocuklar 4D)  hem üç boyutlu olması hem de kokuyu deneyimlemeyi barındırmasıyla gerek Türkiye'de gerekse dünyada koku destekli ilk sinema filmlerinden oldu. Film başlamadan önce üstünde rakam kodları bulunan kartlar izleyicilere dağıtıldı ve film sırasında görüntü üzerinde çıkan numara, kart üzerinde kazıldığında ilgili kokuya erişilmiş oldu. Özellikle çocukların çok ilgisini çeken uygulamanın detayları film öncesinde bir animasyonla anlatıldı.


     Geçtiğimiz ekim ayında Smellit adlı şirketin duyurduğu proje ise ilerde koku üzerine çok daha ciddi yatırımlar yapılacağını gösterir cinsten. Henüz geliştirilmekte olan 8 fanlı bir cihaz, entegre olarak çalıştığı sistemden gelen komuta göre içerdiği kapsülleri karıştırarak ortama koku salabiliyor. İçerdiği onlarca koku seçeneği arasında duman kokusu, yanmış benzin kokusu, çıplak vücut kokusu gibi kokular var.