29 Ağustos 2011 Pazartesi

EDEBİYAT VE PAZARLAMA İLETİŞİMİ İLİŞKİSİ

     
     Bilmeyenler için söyleyeyim lisans eğitimimi Mimar Sinan GSÜ’de Edebiyat üzerine yaptım, yüksek lisansımı ise Bahçeşehir Üniversitesi’nde Pazarlama İletişimi ve P&R üzerine yapıyorum. Bu aldığım iki eğitim dolayısıyla hem edebiyat hem pazarlama iletişimi konusunda az da olsa bir şey söyleyebiliyorum. 
    
     Yukarıdaki bu girişi kendimi anlatmak adına yapmış değilim, malum son günlerde hemen herkes Elif Şafak ve onun son romanı İskender hakkında fikirlerini beyan ediyor.  Evet romanı ben de okudum ve Elif Şafak’ın diğer romanlarını olduğu gibi bu romanını da çok beğenmedim. Ama burada romanı tahlil edip romanı edebî yönden eleştiren bir yazı yazmayacağım. Tam tersine bir yönüyle Elif Şafak’ı öveceğim: Elif Şafak’ı beğenin ya da beğenmeyin ama Elif Şafak pazarlama iletişimini en iyi kullanan Türk yazarı, hattâ belki de pazarlama iletişimini kullanabilen tek Türk yazarıdır!
    
     Edebî yön olarak Türk edebiyatında şüphesiz Elif Şafak’tan kat kat iyi Türk yazarları var. Halide Edip, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ilk aklıma gelen isimlerden.   Ancak çoğu zaman iyi olmak yetmiyor. Hele ki edebiyat gibi halkın çok az ilgi gösterdiği bir alanda bulunuyorsanız. Çok klâsik bir söz vardır ya: “Avrupa’da olsalardı daha farklı olurlardı.”  Edebiyat için bu söze fazlasıyla katılıyorum. Zira eğer yukarıda ismini saydığım üç Türk yazarı (daha fazla da olabilir bu sayı) Türk değil İngiliz ya da Fransız olsaydı şu an tüm dünya isimlerini ezbere sayabilirdi.  Şimdi bırakın dünyayı, Türkiye’de kaç kişi bu isimlerden haberdar acaba?
    
     Bu durumun en önemli nedeni edebiyat dünyasının bazı saçma ve gereksiz önyargılara, tutuculuğa sahip olup dünün kalıplarıyla konuşma isteği. Kendim de içinde bulunduğumdan rahatlıkla söyleyebiliyorum edebiyat dünyasında bazı akademisyen ve eleştirmenler var ki onlar yeni olan her şeye ciddi anlamda karşılar, yeni olan her şeyi beğenmeme, sürekli eleştirme hastalıkları var. Aynı durum Elif Şafak için de geçerli: Yok gerçek yazar kitabının kapağıyla değil romanında yazdıklarıyla konuşulmalıymış, yok gerçek yazarın herkes tarafından bilinme derdi olmamalıymış, yok gerçek yazar medyada bu kadar görünmemeliymiş gibi hayatım boyunca anlayamadığım eleştiriler.
    
     Bu eleştirileri yönelten zat-ı muhteremlere sorularım: Hayatta her şeyin pazarlaması, tanıtımı oluyor da edebiyatın niye olamıyor? Yıllardan beri edebiyatı farklı bir yere koymaya çalışıp onu halktan uzaklaştırmak niye? Bu ülkenin en büyük sorunlarından biri kitap okunmaması değil mi? Edebiyata bir şekilde ilgi çekilmezse, tanıtımı yapılmazsa nasıl daha çok kitap okunacak bu ülkede, nasıl genç yazarlar yetişecek?    
    
     Belli bir düzeyde kalmak kaydıyla ve dikkati esere çekmek için yapılacak edebiyatsal iletişim çalışmalarına asla karşı değilim. Elif Şafak romanı için gerek sosyal medyayı düzeyli bir şekilde kullanmasıyla gerekse kitabının kapağında İskender’in kimliğine bürünerek poz vermesiyle iletişim adına çok doğru bir strateji izlemiştir. Ve sonuç olarak Türkiye gibi romanın konuşulmasının neredeyse imkânsız olduğu bir ülkede İskender’in konuşulmasını başarmıştır.  Keşke yukarıda isimlerini zikrettiğim yazarlar da yaşarken bu popülerliğe ulaşabilselerdi. Keşke Tanpınar yaşadığı dönemde ilgisizlikten bu denli dem vurmasaydı?

13 Ağustos 2011 Cumartesi

X-RAY GİYDİRME

      Dün acaba bloguma ne yazsam niye düşünürken Doğuş Power Center'daki X Ray cihazlarının giydirildiğini gördüm. Bu algıda kaçınılmazlık sonrasında son 2-3 yıl içinde çeşitli AVM'lerde ve havalimanlarında bu uygulamanın sıklıkla karşıma çıktığını fark etmemle yeni yazı konum da bulunmuş oldu.

     İnsanlar, artık sokakta olmaktansa AVM'lerde vakit geçirmeyi tercih ediyorlar. Günümüz şehirli insanlarının sosyalleşme ve ev dışı genel yaşam alanı hâline gelen AVM'lerde algıda kaçınılmaz bir nokta hâline gelen X Ray'lerin giydirilmeleri hem ölçümlenebilir olmaları hem de tüketicileri sıcak satışa yönlendirmesiyle etkili bir mecra hâline gelmeye başladı. Bu uygulamayla AVM'ye giren hedef kitlenin dikkatini kalabalığa karışmadan bir nevi görsel bombardımana uğramadan çekmek mümkün. Zira giriş yapan tüketicinin ne kadar acelesi olursa olsun güvenlik araması sebebiyle tüketici AVM ya da havalimanlarına girişlerde reklamın bulunduğu mecranın karşısında kısa bir süre geçirmek zorunda kalıyor. Bu da markalara tüketicinin dikkatini çekip satın alma kararlarını o markaya yönelik vermesinde yardımcı oluyor.

     Şüphesiz bu uygulamanın reklamveren için en önemli artılarından biri ölçümlenebilir olması. Zira reklam ve pazarlama sektöründe özellikle reklam bütçelerinin her geçen gün daraldığı bir zamanda yapılan reklamın ölçümlenebilir olması markalar açısından çok önemli. AVM ya da havalimanlarında gün içinde güvenlik kapılarından kaç kişinin geçtiği bilinebildiği için X Ray cihazı giydirme uygulaması markalar için çok cazip bir uygulama olmuş durumda.



    

7 Ağustos 2011 Pazar

MARKA YÜZLERİ

    




    

    

    
     Yetkililere sesleniyorum! Tamam Burcu Esmersoy çok güzel bir kadın olabilir,  popülerliği de tavan yapmış durumda olabilir ama bunların hiçbiri Burcu Esmersoy'un tam 4 reklam kampanyasında birden aynı anda kullanılmasını açıklayamaz. Tivibu reklamında ekranda markanın özellliklerini anlatan Burcu Esmersoy'u diğer bir reklamda elinde Domino's pizzasıyla görmek mümkün hattâ Shell reklamlarında benzin pompasıyla da karşımıza çıktığı oluyor Esmersoy'un. Son olarak ise "Burcu Esmersoy Markafoni'de".

     Burcu Esmersoy'la giriş yaptığım markaların aynı kişilerin sıklıkla kullanılması konusunun son dönemde büyük bir sorun hâline geldiğini düşünmekteyim. Sadece Burcu Esmersoy değil Kıvanç Tatlıtuğ, Beren Saat, Müslüm Gürses gibi celebrity'ler birden fazla reklamda yer almakta. Peki bu durumun altında yatan nedenler ve yarattığı handikaplar ne olabilir?

     Genelllikle bir marka başka bir markanın da kullandığı bir yüzü kendine reklam yüzü olarak seçiyorsa bunun ilk sebebinin o kişinin o dönemde gündemde olması, yani popülerliği olduğunu düşünmekteyim ki gerek Kıvanç Tatlıtuğ gerek Beren Saat de gerekse Burcu Esmersoy örneğinde bunu görüyoruz. Diğer bir sebep ise markaların hedef kitlelerinin  yakınlığı olabilir. Nitekim marka yüzü seçiminde ister istemez firmalar birkaç popüler ismin etrafından kilitleniyorlar. Bir de eğer ünlüyü daha önce marka yüzü olarak seçen marka ile aynı sektörde olmama durumu varsa ve her iki markanın imajları birbirine aykırı değilse popülerlik ağır basıyor ve aynı ünlü diğer marka tarafından tercih edilebiliyor. Ancak burada ortaya şöyle bir problem çıkabiliyor: Celebrity birden fazla markanın yüzü olduğundan tüketicinin zihninde temiz bir yer ile değil başka bir markanın algısı ile yola çıkılıyor. Örneğin yıllardan beri Mavi markasıyla özdeşleşen Kıvanç Tatlıtuğ'un tüketiciler gözünde Yedigün'ü hatırlatması ve markaya katkı sağlaması, son dönemde başka bir markayla çalışmamış olan bir ünlüye göre daha fazla zaman alacak ve daha fazla efor gerektirecektir. Zira Kıvanç Tatlıtuğ Mavi reklamlarında oldukça baskın şekilde kullanılmış olup doğrudan Mavi markasıyla hatırlanır hâle gelmiştir. Diğer yandan Demet Evgar Eti reklamında Browni yerken ürün ve Demet Evgar o denli ön plana çıkmıştır ki kimse ING Bank'taki Demet Evgar'ı hatırlamıyor bile. Dolayısıyla tüketicide oluşan bu ilk algıyı değiştirmek için diğer markaların daha çok bütçe, para ayırmaları gerekmektedir.

     Burcu Esmersoy'un iki marka için ekran yüzü olarak kullanıldığı bir dönemde Shell tarafından marka elçisi olarak seçilmesi ise bence üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konu. Zira, bir marka eğer kendine marka elçisi seçecekse  aynı dönemde başka hiçbir markanın yüzü olan birini seçmemesi gerektiğini düşünmekteyim.