19 Şubat 2012 Pazar

LESS IS MORE


    
     Söylemesi ne hoş kelimedir müptezellik, kelimenin sanki fonetik olarak bir karizması var. Anlamı ise çokluğundan dolayı değerini yitiren. Şüphesiz herkesin başına gelmiştir, X veya Y sigorta şirketinin sağlık sigortasını satmak için size telefonda ya da yüz yüze yoğun ısrar uygulamaları ya da bir bankanın çağrı merkezini aradığınızda size emeklilik ya da işsizlik paketi satmak için ellerinden geleni yapmaları. İşte birer müptezellik harikaları...

     Hepinizin bildiği gibi ilişkinin her türlüsünde fazla ısrar felaket getirebilir. Fazla olan yanlıştır ilkesini doğru dürüst anlamamak ve uygulamamak, kaş yaparken göz çıkarmak diye özetlenebilecek durumlarla karşılaşılmasına günümüzde fazlasıyla neden olmaktadır.

     İletişimi meydana getiren öğeler arasındaki uyumun, ki bu öğeleri reklam, pr, sosyal medya, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları vb. olarak sıralamak mümkündür, markanın vermek istediği mesajın algılanma ve yerleşmesindeki önemi aşikârdır. Bir araya geldiklerinde “çarpan” etkisi yaratan bu öğeler fazla kullanıldığında ise “bölen” etkisi yaparak markanın iletişim stratejilerine büyük zarar verebilir. 

     Kendi adıma, her yerde, her an karşıma çıkan, beni satın al, beni seç diye bağıran, ısrarın dozunu ayarlayamayan markalar psikolojik beni kendilerinden bir hayli uzaklaştırıyorlar. Bu sebeple gsm şirketimim ve bankama tavsiyem şudur ki günde 10 mesaj, 5 mail, 2 telesekreter araması yapmaktan vazgeçin, bireysel özgürlük alanlarıma bu denli girmeyin. Bu ısrarın sadece bende değil çok büyük bir kesimde mutlaka ters tepeceğini, kendi markanıza zarar verdiğinizi bilin, bunu bilmiyorsanız en azından müşteri tepkilerinden bunu hissetin artık.

İNDİRİM DE BİR YERE KADAR

       
     Alışveriş merkezine girdiğim anda şok geçirdim. X mağazada yüzde 50 indirim. Mağaza girince daha büyük şok geçirdim. 3 gün önce aldığım gömlek yüzde 50 daha ucuza satılıyordu. Soğuk bir bardak su içmemin vakti gelmişti artık:(  Aşağıda daha ayrıntılı açıklayacağım gibi dünyanın pek çok ülkesinde indirimin ne zaman ve ne oranda yapılacağı belliyken ben içeceğim suyla kalmıştım.

     İndirim konusu yıllardan beri tüm dünyada bir pazarlama aracı olarak kullanılagelmiştir. Tüketim alışkanlığının regülasyonlarla kontrol altına alınmış ülkelerde hem perakende sektörünü korumak hem de tüketiciyi kollamak için indirimin ne zaman yapılacağı hattâ en yüksek hangi oranlarda, hangi ürünlerde uygulanacağı, tüm tarafların çıkar grubu düzeyinde temsil edildikleri sivil toplum tarafından ulusal ve yerel yönetimlerin desteğiyle düzenlenmektedir. Ancak Türkiye’de indirim meselesi abartılı bir şekilde istismar edilmektedir. Yüzde 50 indirim, bir alana ikincisi bedava vb. çeşitli kombinasyonlarla hedef kitle tüketime teşvik edilmektedir. Gerçekten de belki satışlar artmakta ancak yapılan indirimlerin zaman ve oranları belli olmadığından indirim yapılması hedef kitlenin güvenini tamamen sarsmaktadır.

     Perakende sektöründe verimli bir işletme anlayışı oluşturabilmek için en önemli şartlardan biri “Value for Money” duygusunu yaratabilmektedir. Oysa ben birkaç gün sonra gidip aynı ürünü bugün ödenen miktarın yarı fiyatına satın alabiliyorsam ortada ne marka vaadi kalır ne de güven…